Bugün ilkbahar ekinoksu yani güneş ışınlarının ekvatora dik vurması sonucunda aydınlanma çemberinin kutuplardan geçtiği gün. Gündüz ile gecenin eşit olması durumu.
Yani gün ışığının karanlığı ele geçirmeye başladığı dönüm noktasını işaret eder. Zihinlerimizde ve bedenlerimizde daha fazla yaratıcı yaşam gücü enerjisini deneyimleriz.
Karanlığın azalması ve ışığın artması ile daha yaratıcı enerjilerin ve hayalgücünün yapılandığını hissederiz. Tıpkı bir sisin dağılması gibi.Zihnimizi ve varolma durumumuzu değiştirmek istediğimizde; genellikle kendimizi kafamız karışık, huzursuz, sıkışmış ve hatta güçsüz hissederiz. Işığın geri dönüşü bize, korkularımızı serbest bırakmak ve kendimizi yeni niyetlere teslim için fırsat sunar.
Şimdi hayatın tazeliğini kutlamanın ve bolluğunuzu yeniden canlandırmanın ve hayallerinizi tezahür ettirmek için enerjinizi yükseltmenin zamanı.
Fiziksel olarak daha fazla ışığı yaşadığımız bugün ve önümüzdeki günlerde sizi sembolik birşey yapmaya davet ediyorum.
Çoğumuz hayatlarımızı içsel rehberliğimizden o kadar kopuk yaşıyoruz ki, bu yüzden benim size önerim; bir mum yakıp içsel rehberliğinizi daha çok dinlemeye ve bunun için her gün içeriye girip sessiz kalmaya söz vermeniz. İçsel rehberliğinizle ne kadar iletişime girerseniz, o da size o kadar rehberlik etmeye başlayacaktır.
Blog
OLUMSUZ DENEYİMLER
Evet bu köpek arkadaşım Sante ile ‘nasıl çıkmışız fotosu’ ? Ama şu an burada paylaşmak istediğim şey farklı ?. Burada yazdıklarımla ilgili ”bize ne yaw, amma da saçma” diyenler oluyor mudur acaba? diyeeee açıkçası hiç merak etmedim ??. Hatta olumsuz türden tepkiler beni genelde içten içe mutlu eder.
Kaldı ki ben ; yaşam biçimini mesleğe dönüştürmüş, reiki, yoga, beslenme, pozitif düşünme, doğal yaşam, ruhsal çalışmalar gibi konuları paylaşmayı hayat amacı olarak benimsemiş ve bu mecrayı da bu amaçla kullanan biriyim. Bu arada konu bu da değil . Sadece yazarken kelimeler böyle aktı diyelim
Konu : Olumsuz deneyimlerim.
Bu yaşıma kadar olumlu olumsuz bir çok deneyim yaşadım. Olumlu deneyimler elbette beni çok mutlu ediyor ve mutluluktan bol bol şükrediyorum vs. Ama olumsuz deneyimlerde uzun zamandır beni çok mutlu ediyor (genelde). Hatta ne kadar can sıkıcı olsalarda, içimden olumsuz deneyimlerime öpüp sarılmak geliyor. Çünkü hatırladığım kadarıyla, bana bir şey öğretmeyen hiç bir deneyimim yok. Her yaşadığım olumsuz deneyimimde, önce buradan ne öğrenebilirim diye düşünmeye başlıyorum. Genelde şu sorular geçiyor aklımdan :
Tavırlarım ne kadar şefkat doluydu ?
Tavrımda ve tepkilerimde egoma yenildim mi?
Tavrımda öfke var mıydı ? Var ise öfkemin kökeninde hangi duygu yatıyor ?
Duygularımda benlik gücümü azaltan muhtaçlık duygusu var mıydı ?
Özellikle, deneyimimi başkalarına anlatırken kurban rolüne bürünüyor muyum?
Önce kendimi sonra canımı sıkan kişi veya kişileri affettim mi?
Bu deneyimi veya benzerini tekrar yaşayacak olsam nasıl davranmam gerekir?
Sonrasında bu sorularımdan bulduğum cevaplarla o kadar iyi hissediyorum ki ve pozitif anlamda bana o kadar katkısı oluyor ki, kalkıp deneyimimi öpüp sarılasım, iyi ki iyi ki iyi ki yaşadım seni ben demek geliyor içimden :)).
KARMA VE EGO
Sanki çok ağır ama bir o kadar hafif.
Biliyorum çünkü.
Tattım hafifliğini o halin.
En güzel hal.
İnsan hep orada kalmak istiyor.
Sanki ağır dedim çünkü bazen kaptırabiliyorum işte.
Yani bir ‘ben’ geliyor yerleşiyor zorlama.
Ama farkındayım o an bile o ‘ben’i.
O zaman suçlamıyorum kendimi,
Ve tabi yüklenmiyorum da kendime.
Karmamdır belki diyorum yada her neyse vardır bana anlatmak istediği diyorum.
Sadece şefkatle bekliyorum kendimi.
Varsa almam gereken ders, şefkatle alıyorum.
Sonra mutlaka şükrediyorum.
Yada karma ise daha çok seviyorum kendimi,
Daha çok affediyorum kendimi.
Sonra yine mutlaka şükrediyorum.
Benim içimde ki ‘sen’i, senin içinde ki ‘ben’i görmeye ve kalben hissetmeye gayret ediyorum.
Yolum ve niyetim hep bu olduğundan özümle yine buluşabiliyorum.
Yani o halin hafifliği, huşusu sarıyor yine.
Şükrediyorum.
Şükrediyorum.
Şükrediyorum.
DEĞİŞMELİ MİYİZ?
İnsan 7’sinde neyse 70’nde de odur derler. Kendi adıma hiç inanmadığım bir söz. Neden değişmesin ki insan? Değişimin tadını neden tatmasın ki? Değişimin getireceklerini neden deneyimlemesin ki? Değişmek, dönüşmek kadar insanı tatmin eden başka ne var ki? Hem hep aynı kalacaksak neden buradayız?
Biliyorum herşeyin bir sebebi var. Bazen bu sebepler çok can acıtsa da… Hissediyorum özümden… Herşeyin bir sebebi var. Tıpkı burada olmamızın bir sebebi olduğu gibi. O yüzden egodan ayrı kalpten gelenlerle değişmeliyiz.
Bazen bir his, bir olay, bir kişi, bir kelime, bir görüntü kalbine dokunur. İşte orada tam da o dokunduğu yerde kalmalı… Egoyu kenara koymalı… ‘ben’lik duygusunu kenara koymalı.. Bunu yapabildiğinde o his, o olay veya o kişi kalbine dokunmuş oluyor. Evet. Ama aslında olan şey; senin kendi özünle buluşman. Özünle her buluştuğunda değişmeye başlıyorsun. Arzuların, duyguların, bakış açıların, alışkanlıkların değişiyor. Yani hayatın ve deneyimlerin yeniden şekilleniyor, yapılanıyor.
“O yüzden; evet, değişmeliyiz hem de koşa koşa”.
SEN İYİLEŞTİKÇE
Sorumluluk almalı,
İyileşme yolunda sorumluluk almalı,
Gayret olmalı, çaba olmalı, öz disiplin olmalı.
Yapılması gereken ne ise yapılmalı!
Vermeli,
Çünkü gaye bu.
Vermek…
Ve en ederli vermektir, bireysel iyileşme uğruna yapılanlar.
Çünkü herşey herşeyin içinde!
Sen iyi isen, evrende iyi.
Çünkü sen şifalandıkça şifalanır evren.
Sen şifalandıkça çoğalır hayata vereceklerin.
Ve sen verdikçe;
Verdiklerin bütün evreni dolaşır,
Dolaşırken iyileştirir,
Iyileştirirken katlanarak sana geri gelir.
Bilirsin, hislerinden gelen bilmelerinle.
Ve uyanmış hallerinle daha çok verebilirsin.
Tıpkı şifalandırdıklarının vereceklerinin çogalması gibi.
O yüzden vermelerin en ederlisidir bireysel iyileşme uğruna yapılanlar.
Ama ancak disiplinle, adanmakla, sorumlulukla, sevgiyle olur.
Ve en güzel ibadetlerdendir.
HASTALIK
Bazen kişinin kulağı ağır işitir. Ve öz, sesini duyurmak için kişiye deneyimler yaşatmaya başlar. Öz, sesini duyuramadıkça kişiye her seferinde bir öncekinden daha güçlü olan deneyimler yaşatmaya devam eder. Hatta artık kişide hastalıklar başlar. Ve öz, bazen hastalıkla sesini duyurmayı başarır. Ve hastalıkla birlikte kişi uyanmaya başlar. Çünkü hastalık hic beklemediği bir anda tokat gibi gelmiştir. Kişi birşeyleri; belki alışkanlıklarını, belki bakış açılarını, belki yaşam şeklini, değiştirmesi gerektiğini anlamıştır. Ve gerekenleri yapmaya, özünün isteklerine kulak vermeye başlar. Değişir, bedenini şifalandırmaya başlar ve hastalık sonunda kişiyi terk eder.
Bazı kişileri hastalık ‘ kalıcı ‘ olarak uyandırmış olur. Yani kişi bakış açılarını, duygularını, düşüncelerini, alışkanlıklarını, yaşamını pozitif bir şekilde yeniden kalıcı olarak düzenler ve öz sevgisini geliştirmeye devam eder. Bazı kişileri ise hastalık ‘ geçici ‘ olarak uyandırır. Yani sadece hastalık bitene kadar yaşamında, zihninde ve alışkanlıklarında değişiklikler yapar. Hastalık sona erdiğinde veya hastalıkla ilgili yaşadığı travmalar soğumaya başladığında, kişi eski haline yani kendisini hasta eden enerji haline, alışkanlıklarına geri döner. Yani onu özünden uzaklaştıran yaşamına geri döner. Yine uyuyan bir bilinçtir artık. İçinden de “ohh be hastalik bitti çok şükür, normal hayatıma yeniden geri dönebildim”, der.
‘ Halbuki öğrenmesi gerekenleri öğrenemediğinden, öğrenene kadar sınanmaya devam edecektir. ‘
Düşünce Gücü
Düsüncenin, duygunun görünmeyen gücünü farkindaysan, hatirlatma niteliginde bu yaziyi okumaya devam edebilirsin eger farkinda degilsen, inanmiyorsan burada hic tatmadigin bir boyutun izlerini HİSSEDEBİLİRSİN.
Gercek senin neye inandigindir !
Bir durumun somutlasmadan once ki hallerinden biridir istekler. Ama isterken farkinda olmadan direnc olusturuyor olabilir misin?
Evet gerceklesmesini istediklerini arzulamalisin hem de cok arzulamalisin. Ama bu arzuda güven olmali, rahatlik olmali, huzur olmali. Yani isterken acabalar, nasillar olmamali.
Acabalar ve nasillar korkularindan gelir. Bu korkular, sana dogru yola cikmis bir paketin önünde sürekli engeller YARATIR.
Acaba ve nasillar direnc olusturmaya baslar ve farkinda olmadan zorlamaya baslarsin. Zorlamaya basladiginda ise aslinda isteginin gerceklesmemesinden korkuyorsun demektir ve maalesef bu inancin gerceklesecektir…
Bu yüzden korkularindan arın önce.
Meditasyon korkularini fark etmeni, onlarla yüzlesmeni, reiki ise korkularina sefkatle yaklasmani, kabullenmeyi ve onlari sevgiyle dönüstürmeni saglar.
Yazarak Olumlama Yapmak
Saniyorum bundan yaklasik 4 sene once post it bir kagida “Harika degisimler yasiyorum” yazarak banyomun aynasina yapistirmistim. Bunun 2 sebebi vardi. Birincisi : yazili olumlamanin gücünden faydalanmak, ikincisi : bilincaltimi degisimlere acik tutmak.
Birinci neden acik sayilir (gerci biraksaniz bir cok sey yazabilirim ? ama konunun dagilmasini istemiyorum). Daha cok ikinci neden uzerinde ve neden boyle bir olumlama yapma geregi duydum bununla ilgili yazmak istiyorum.
Ben yaş aldikca degisime daha acik bir insan olmaya özen gösterdim. Bunun sebebi gelisime ve ogrenmeye olan merakimin önünü hicbir seyin kapatmasini istemememdi. Tabii degisime acik tutarken derken; dejenere ve lüzumsuz durumlari dahil etmeden.
Bilincli olarak kendimi degisime acik tutmaya gayret ederken ,zaman zaman bilincaltimin beni engelledigini fark ettim. Bilincaltimin bazi konularda degisime karsi beni engellemesi demek hayatimda bazi kapilari kendi kendime kapatmam demekti. Ama ben tüm kapilarin bana acik olmasini istiyorum. Kapilar acik olmali ki “istedigim” iceriye girebilsin veya “istedigimden” cikabileyim.
Bilincaltimin degisimlere acik olmasi icin de, bir kagida “harika degisimler yasiyorum”, yazarak en cok gorebilecegim yere yapistirdim. O yaziyi her gördügümde okumadim cünkü inaniyordum ki okumasamda bilincaltim onun orada oldugunu bildiginden benim yerime her seferinde okuyor.
Peki neler oldu bu olumlamayi yaptigimdan beri. Tabii kide tipki yazdigim gibi, degisimler yasadim. Ozellikle ben hic olmadigim kadar hep bir degisim icerisindeydim. Ayrica işim, yasantim, cevrem, fikirlerim, düsüncelerim, deneyimlerim… Hepsi de bana iyi gelen harika degisimlerdi. Sonsuz sükürler olsun hepsine!
Peki ya sizler degisime ne kadar aciksiniz?
Karsima Cikan Firsatlari Sevgiyle Kabul Ediyorum
Bazen kisinin karsisina firsatlar cikar. Öyle ki avucuna bonus gibi verilir. Yada gözüne kadar sokulur. Şartlar öyle güzel bir araya gelmiştir ki, tam karsida hazir bir sekilde duruyordur firsat. AMA KİSİ O GÖZÜNÜN ÖNÜNDE Kİ FIRSATI ALAMAZ.
Türlü bahaneler uretilir. Belki firsati sunacak olan kisi begenilmez ve burun kivrilir. Yada firsati verecek olan kisinin firsat sunuyor olmasini kisi kaldiramadiginda yürür gider.Cunku ego devrededir! Bu iki örnekte de ego cok agir bastigindan kisiyi adeta kör ediyor. Öyle ki, kisi firsati sunan kisiyi o kadar begenmiyor ki, (egriydi, dogruydu, vasatti, o ne bilir ki, dis goruntusuydu, konusmasiydi, ben ondan daha iyi bilirimdi falan derken) firsatin firsat oldugunu bile goremeyecek kadar körleşiyor.
Yada auranin durumu, zihnin negatif uretmeye daha yatkin olmasi, dış dunyaya olan sevgisiz bakis acilarinin ve korkularin yarattigi blokajlar da ; kisinin avucuna kadar konan, burnunun dibinde ki firsati kabul etmesini engeller. Bir turlu KABUL EDEMEZ. Sorsaniz cok ta haklidir. Dinleseniz hak verirsiniz hatta ?. Burada da yine cesitli bahaneler devrededir. (Düzdü, yamuktu, öyle oldu böyle oldu, egri adim atti ben düz adim isterim, yapamiyorum olmuyor, yapiyorum olmuyor vb..).
Böylece avucta ki firsatlar elden kayar gider. Bu arada hayat ve zamanda gider.
Yani firsatlari kabul edebilmekte kisinin enerjisi ile cok ilgili. Bu yuzden, bu konuda olumlama yapmak enerjinizin olumlu anlamda dönüsmesine cok faydasi olacaktir.
#olumlama #gunlukolumlama #affirmations #enerji #degisim #donusum #firsat #evren #reiki #yoga #dusuncenigucu
Mükemmellik
Mükemmelligi disarida mi yoksa, iceride mi ariyoruz?
Dış görüntümüz mü mükemmel olmali yoksa içerisi mi?
Hangisine daha cok önem veriliyor, daha cok zaman ayriliyor?
Hiç düşündünüz mü bu soruların cevaplarını?
Eger hiç aklınıza bu sorular gelmiyor ise, gayet normal. Çünkü her televizyonu açtiğımızda, her dergi okuduğumuzda, sokaklarda ki koca koca reklamlarda karşımıza çıkan ve adeta bize dayatılan mükemmel kadın ve mükemmel erkek görüntüleri var. Bizde onlar gibi olmalıyız. Onlar gibi zayıf olmalıyız, saçlarımız yüzümüz pırıl pırıl parlamali, yüzümüzde hiçbir kırışıklık olmamalı, kiyafetler son moda olmali vb.. bir cok örnek. Aksi oldugunda eksiksin, kusurlusun, tam olmamışsın, yetersizsin, yeteri kadar güzel degilsin, yeteri kadar yakışıklı değilsin. İşte tam da bu yaratılan algı, zincirleme bir mutsuzluk ve stresin kaynağını oluşturuyor. Kendini olduğu haliyle kabul edememe ve bedenini beğenmeme başlıyor.
Halbuki kendimize ait olan herşeyi sevmeli. Dışarıya ait olan herşeyi sevmek, kişinin kendisini sevmesi ile başlıyor.
Ben önceden saçlarımı boyardim. Artik boyamiyorum, kendi doğal rengimi kullanmanin huzuru ve keyfi bambaşka. Beyaz saçlarimda var ve onlari çok seviyorum. Beyaz saçlarım; beni bugünüme getiren yaşadıklarım, deneyimlerim, herşeyim demek. Çok kıymetliler. Beyazlarımı kapatmak sanki gecmişi kapatmak, zamanı kapatmak, beni kapatmak gibi geliyor artik. Eğer bir gün saçımı boyamak istersem (kına gibi doğal bir yöntemle ancak), beyazlarımı sevmediğimden veya saçımın rengini sevmediğimden olmaz. Sadece değişiklik yapmak istediğim için olur. Tıpkı, “bugün değişiklik yapıp mavi renkli elbisemi giyeceğim”, demek gibi.
Demek istediğim şu ki; mutluluk ve huzur mukemmel dışsal görüntü ile olmuyor. Tam tersi dışsal olarak mükemmellik peşinde koşmak mutsuzluk, huzursuzluk ve stres getiriyor. Onemli olan içeride ki huzura onem vermek. İçimize mutluluğu, huzuru ve dengeyi getirebilmek. Bunu araştırmak, bunun niyetine girmek. Bunu yaparken duygu ve düşüncede kendimize şiddet uygulamamak . (beceriksizim çok negatifim yetersizim gibi) .
Bu yolculuğun her anını sevgiyle kabullenerek sabırla hoşgörüyle devam etmek .
Bu yolda kendimizi sevmek, sadelik, basitlik, doğallık, sade ve doğal bir yaşam bu konuda mükemmel bir ilk adım olacaktır.
Namaste ♥